Meclis Canlı

Halk Dansları


ZEYBEKLİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ KONUSUNDA ÖNE SÜRÜLEN GÖRÜŞLER

Zeybek ve Zeybeklik konusunda en eskiye dayanan bilgileri Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın eserlerinde bulmaktayız.Yazar bir eserinde, ilk Türk tarihi yazarlarından Aşık Paşa’nın Anadolu’daki Oğuz Türklerini dört gruba ayırdığını ve bunlarında;

1- Garziyani Rumlar
2- Ahiyani Rumlar
3- Abdalani Rumlar
4- Bacıyani Rumlar

olduğunu belirtmektedir.Bu ayrımların hepsinin sonunda bir RUM sözcüğünün gelmesi ilk bakışta garipsenecek bir olaydır. Ve yine yazar eserinde bunun açıklamasını şöyle yapmaktadır. Burada kullanılan Rum sözcüğü Ortodoks Hıristiyan anlamına gelmez. Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldığında Anadolu, Balkanlar ve onun başkenti İstanbul’a Doğu Roma deniliyordu. Örneğin; Celaleddin-i Rumi denilince akla Romalı Celaleddin gelmektedir. Ve gene tarihte Fatih ve ondan sonra gelen padişahlarda kendilerine Roma imparatoru unvanını vermişlerdir.

Yukarıdaki ayrım içerisinde birinci sırada yer alan “Garziyani Rumlar”ın Efeler, Zeybekler ve Kızanlar olduğu ileri süren yazar, birbirinden ayrı olarak düşünülemeyen bu üç unsuru Anadolu Kültür ve insanı açısından değerlendirmekte ve bunlara “İBAKKİ” demektedir. İbakki ise şarap tanrısı “BAKKO” nun tayfası demektir. Bakko sözcüğü Grekçe değil, Anadolu’da Lidyalıların dilindendir. Tarihçi Heredot’da Zeybeklerden ibakki diye bahseder.

Cevat Şakir Kabaağaçlı, ibakkilerden Anadolu’da yayılmış bir BAKKOS kurulu olduğu göz önüne alarak Zeybek kılık, kıyafeti ve oyunlarının doğuşunu da bu savı çerçevesinde şu örneklerle kanıtlamaya çalışmaktadır. İsa’dan önce bazı Latin şairleri ibakkilerin başlarında TİR (Sur şehri) kırmızısından bir külah giydiklerini , dans ederken de takma saçlarını havaya fırlattıklarını ve aynı zamanda başlarına asma yapraklarından, kayakapan sarmaşığı veya çiçeklerden bir çelenk taktıklarını yazarlar. Tir kırmızısından külah festir. Zeybeklerin püskülleri tartıyla alınırdı. En hafif püskül yüz dirhem idi (yani çeyrek okka). Bu püsküller, saç gibi bazen arkadan, bazen de yandan omuza sarkıtılırdı. Yaprak ve çiçeklerden yapılan çelenk ise zeybek çevresidir. İbakki kuruluşu Anadolu’dan Balkanlara geçti ve yayıldı.

İbakkiler dağlarda dans ederlerdi. Cepken ve Camadana gelince; İbakkiler keçi, geyik ve pars postu giyerler ve bu postların iki ayağı omuz üzerinden arka aşağıya doğru sarkardı. Zeybek cepkenindeki sarkan iki kolda işte bu bacak ve ayakların kalıntısıdır.

Zeybekler Pazubant ve Maşa takarlardı. Bunların her ikisi de Heredot’un “Skilas”ta var olduğunu yazdığı kutsal alametlerdir. Sonraları pazubant muska özelliğini almıştır. Dansları ise; tamamıyla "BAKKİK" ve "DİYONİSYAK" idi. Buna göre Zeybek önce meydanı dolaşır ve sonra ellerini yukarı kaldırarak üzüm salkımını koparır ve diz üstü gelir. Salkımı sepete koyar, sonra kalkar. Sepetteki üzümü çiğner ve şarap suyu çıkarır.

”Diyanisos” sözcüğü Helence değil, unutulmuş bir Anadolu diline aittir. Zeybekler TEHNEL (Defne) ağaçlarının bulundukları yerlerden hiç geçmezlerdi. Bu ağaç kutsal sayılırdı. (Defne dalının Apollon çelengi olmasından)

Efe sözcüğü “EFEB” den gelir. Efeb ; genç delikanlı yani silah taşıyan yiğit demektir. Efeb teşkilatı Yunanistan’dan önce Anadolu da kurulmuştur. Bunlar tıpkı Zeybekler gibi dağ başında talim ederler ve daha sonra kent’e gelerek tiyatroda silah oyunları yaparlardı. Tiyatro yuvarlak olduğu için dansları da daireseldi. Bu dans aynı zamanda dinseldi.

Yazarın bu görüşlerini göz önüne alırsak, zeybekliğin Anadoluda doğup geliştiğini görüyoruz. Günümüzde ortaya atılan bazı Rum iddiaları ile çeliştiği de bir gerçektir. Ve gene bu tür iddiaların geçersizliğini şu örneklerle açıklayabiliriz;

1885 de Ege de araştırmalar yapan Macar Folklorcusu Dr.KUNOŞ Kızan ve Efe deyimlerinin katıksız Türkçe olduğunu ve Türk yurdunun birçok yerinde kullanıldığını yazar ki bu deyimler Zeybeklikle de iç içedir diyebiliriz. Aynı yazar yine zeybeklerden bahsederken “Bu yağız çehreli insanlar oyunlarında Türk kahramanlık geleneğini bütün ihtişamı ile yaşatmaktadır” demektedir.

Zeybek oyunlarının batı da yayılış çevresine gelince; Ege denizindeki adalar ile Yunanistan’ın bazı kıyı kentlerinde oynanmakta ve “SAYVAKİKOS”, “ZAYPAKİKOS” gibi adlar almaktadır. Rodos adası ve çevresinde ise bu oyunlarımızın adları “TÜRKİKOS” dur. Çalgıları ise Türk çalgıları olan davul ve zurnadır.

Hüseyin Kazım Bey’in dört-beşbin sahifelik Türk sözlüğünde Zeybek sözcüğü Aydın ve Bursa illeri halkına verilen unvan. Bazen arkadaş ve kardeş gibi hitap yerine kullanılır. Hafif tüfekçi asker, Selçuklular zamanında Teke ve Aydın taraflarında bulunurlardı şeklinde tanımlanmaktadır. Ve yine Celal Esad Arseven tarafından düzenlenen Sanat Ansiklopedisinde bu tanım “Eskiden asayişin korunmasına memur hafif silahlı askere verilen addır. Selçuklular zamanında Aydın ve Teke taraflarında böyle bir askeri sınıf oluşturulmuştu ki bunlara Efe denirdi.” Şeklindedir.

Rum araştırmacılardan KHOLOROS un 1889 yılında yazdığı Türkçe den Rumcaya Kamus’unda ise; Zeybek-Zeybekos: İzmir ve civarındaki Türk aşiret sakinlerine verilen addır deniliyor. Bizans tarihlerinde de Peçenek kılığı ile zeybeklerin kılığı arasında bir benzerliğin olduğu yazıyor ki Anadolu da ki Peçenek yerleşimi 1048 yıllarına rastladığı göz önüne alınırsa bu yorumun doğruluğu ortaya çıkıyor.

Divanı Lugatı Türk’te, Zeybek sözcüğü birleşik ad olarak kabul edilmekte bununda “ZAĞ” ve “BEK” sözcüklerinden oluştuğu belirtilmektedir. Anlayışlılık olarak kabul edilen ve aslı “SAĞ” olan “ZAĞ” sözcüğü daha sonra “BEK” hecesine uydurularak “ZEĞ” olmuş ve “BEK” hecesi ile de birleşerek Anlayışlı, akıllı, sağlam adam anlamına gelen “ZEĞBEK” adı ortaya çıkmış denmektedir. Daha sonraları da (Ğ) yazım kuralına uydurularak (Y) şekline dönüşmüştür. Bu sözcüğün Oğuzca dan geldiği de ayrıca tespit edilmiştir.

Hüseyin Hilmi Bayındır ise; eserlerinde Zeybekliğin tarihinin Ege uygarlığı kadar eski olduğunu, Ege ile Akdenize binlerce yıl egemen olan zeybeklerin bu tarihinin M.Ö. 3000 yıllarında Etrüsklerle başladığını ileri sürdükten sonra 1835 tarihli padişah fermanı ile Anadolu’yu dört yıl dolaşan Fransız Charles Texier Küçük Asya adlı kitabında Amasyalı Coğrafyacı Strab.on’dan yaptığı alıntılarla şunları naklediyor demektedir.

"Zeybekler, gayet yüksek bir sarık, bütün bir silah fabrikası halini almış geniş bir kuşak sararlar. Gelenek üzere beyaz bezden yapılmış donları ancak dize kadar iner. Zeybekler yalnız asker değil , tacir ve iyi birer kervancıdırlar. Bunlar dağlara yerleşmiş asıl yerli halkın kalıntıları olabilir ve istemeden adam öldüren ve bu düşünce ile para verenlerin hizmetine giren Tiral’ın kurucuları oldukları akla gelebilir" dedikten sonra bunların geleneklerinden bahseder.

Yazar Charles Texier daha sonra Tirallıların Osmanlı olmadıklarını bunların Etrüsk Türkleri olduğunu söyler ve Zeybek oyunlarının da dar gemi oyunu olduğu için iki kişi tarafından oynandığını yazar. Burada şunu belirtmemiz gerekir; Zeybek oyunlarının doğuş yerinin gemi güvertesi olması bir ihtimaldir. Aynı konu üzerinde araştırmalar yapan Mahmut Ragıp Gazimihal zeybek oyunlarının gemici oyunları olduğunu ileri sürmektedir. Bu iddia doğru olsaydı bugün zeybek oyunlarını sadece Batı Akdeniz ve Ege kıyılarında görebilirdik. Ayrıca bu oyunlar Etrüsk oyunları olsaydı, Anadolu kıyılarından göç edip Avrupa kıyılarına yerleşen Etrüsk lerin gittikleri ve kalıp yerleştikleri yerlerde bugün mutlaka kalıntılarına rastlamamız gerekirdi.

Zeybek sözcüğünün kökeni üzerinde yapılan incelemeler bize Oğuz Türklerine ait olduğunu göstermiştir. Anadolu’ya 1071 Malazgirt savaşından sonra yayılan Oğuz Beylerinden Emir Caka Bey komutasındaki ilk Türk donanması İzmir ve civarı Ege kıyılarını zaptetmiş ve hatta Yunanistan sahillerine kadar seferler yapmıştır. Daha sonra Aydınoğulları tarafından zapt edilen İzmir ve yöresinde bu beylik özellikle büyük varlık göstermiştir. Bu nedenle Batı Anadolu’ya ve kıyılara inerek denizlere açılan Oğuzların gemilerde ve karada oynadıkları oyunlar Zeybek oyunlarıdır. Dikkat edilirse Zeybek oyunları, özellikle tek oynanan zeybek oyunları; Aydın, İzmir, Muğla illeri ve yörelerinde daha çok oynanan oyunlardır.
Bu düşünceden hareketle oyunların oynanış biçimlerinin doğuşunu da şu şekilde açıklamak mümkündür; Oğuz boyları genellikle kutsal olarak yırtıcı kuşları seçmişlerdir. İşte zeybekler oyunlarını seçtikleri ve kutsal saydıkları bu kuşların hareketlerinden esinlenerek oluşturmuşlardır. İyice incelendiğinde, Şahin ya da Kartal‘ ın hareketleri ile Zeybek oyunlarındaki tavırların tıpa tıp benzerliği görülür.

Avukat Cemil Demirsipahi ise eserinde bu olayı şu şekilde açıklamaktadır; Kartal’ın uçuşundaki kanat açışı, konuşundaki bacak ve gövde ile kanat hareketlerini, sekişindeki sıçramaları ve kaya üzerine konduktan sonra meydan okurcasına dikleşmesi, zeybeğin kollarını indirdikten sonra 1 tartımlık dikleşip uzaklara ve yukarıya bakması, oyunda 5 tartımlık yürüyüş ve figürlerle kollarını yan yukarıya açışı ve figürlerini yaparken duygusal görünümü, diz çöküşü ve vurmaları oyun boyunca başını öne eğip yere bakması, yükseklerde uçan kartal’ın sürekli aşağıyı, yeri gözlemesini canlandırdığı benzerlik dikkati çekmektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Selçuklular, Anadolu ya geldikleri zaman Zeybekleri uçlara yerleştirdiler. Zeybek oyunlarının Ege’de yayılışı da bu yüzdendir.


ZEYBEKLER KENDİLERİNİ ÜÇ BÖLÜME AYIRIRLARDI

EFE

Bu birliğin ağasıdır. Halk arasında Efe kabadayı anlamına gelmektedir. Asıl anlamı ise “Aka” sözcüğünden türemiştir. Aka demek, devlet, kudret demektir. Efe sözcüğü özellikle Osmanlı Devletinin son zamanlarında daha sık kullanılmaya başlamıştır. ll.Abdülhamit döneminde devleti uğraştıran efelerin bazıları Kurtuluş savaşı sırasında Batı Anadolu da Yunanlılara karşı başarılı çete savaşları vermişlerdir. Zeybekler arasında kahramanlık ve mertlik gösterenleri kendilerine Efe seçerler ve onun buyruğu altına girerlerdi. Bir efenin oğlu babası öldükten sonra efe olabilirdi ama bunu tüm zeybeklerin onaylaması gerekirdi. Efelerin taşıdığı silahlar tamamen gümüş kaplı olurdu. Efeler çoğunlukla ayağa KAYALIK adı verilen işlemeli özel bir çizme giyerlerdi. Bazen de KEPMEN adı verilen meşin tozluk takarlardı. Efelerin mintan düğmeleri çözük olurdu. Sakal uzatmazlardı. Bindikleri at erkekti ve atın üzerine Osmanlı Kaltağı örterlerdi. Silah olarak kulaklı Yatağan ve Filinta taşırlardı.

ZEYBEK

Silahlı bey anlamına gelmektedir. Ağa olan efenin yanındaki kızanların yetişmesi ve yönetiminden sorumlu idiler. Zeybekler, efelerinin yanında birer kol beyi görevi görürlerdi. Bunlar iyi silah kullanan cesur kişilerdi. Her zeybeğin kendi kişiliğine uygun birde lakabı olurdu.
Zeybeklerin başı nal şeklinde tıraş edilirdi. Şalvarının arasında beyaz donunun ucu ve göbeği görünür, camadan’ı daha kısa olurdu. Fes püskülleri de efeninkine göre daha kısa olan zeybekler, sırmalı cepken giyerlerdi. Bacağa Kepmen olarak adlandırılan meşin tozluk takarlar ve ayağa da çarık giyerlerdi. Mintanlarının yakaları daima ilikli olan Zeybekler silah olarak ta Kocabıçak ve Mavzer taşırlardı.

KIZAN

Bu sözcük yörede halen çocuk anlamında kullanılmaktadır. Asıl anlamı; Efenin mahiyetine giren kişidir.Efelerin emrinde birer asker gibidirler. Efe izin vermedikçe hiçbir şey yapamazlardı. Hatta evlenemezlerdi. Efeye kızan olmak önemli bir konu idi. Kızan olacaklar için özel bir tören düzenlenirdi. Kıyafetleri ise daha sade idi. Başlarının sadece ortası tıraş edilir,silah olarak ta Martin taşırlardı.
Zeybeklerle ilgili bu tanımların dışında yörede, Efe ve Zeybek kimliği altında kendi çıkarı için her türlü ahlaksızlığı yapanlara ise “ Çalıkakıcı” adı verilir. Ve yine bir efenin grubundan ayrılarak başka bir efenin mahiyetine girenlere de “ Azıtma” denirdi.